Fitoterapi; hastalıkları önleme ve tedavi amaçlı olarak bitkilerin kullanımına verilen addır. Fitoterapi sanılanın aksine yan etkileri olmayan tedavi değildir. Tam aksine bitkilerle tedavi çok yoğun yan etkiler içerebilir. Ülkemizde kendisine kontrolsüz bitkisel tedavi uygulayarak ve toksikoza girerek hastanelere başvuran onlarca hasta ve hasta yakını vardır. Standardize edilmiş daha doğrusu drog haline gelmiş ekstrasyon yöntemiyle kullanılan bitkisel fitoterapinin yan etkileri sınırlıdır.

Fitoterapi tıpta bir uzmanlık alanıdır. Hastalıklarda fitoterapi (bitkisel tedavi) kullanma yetkisi Türkiye’de sağlık bakanlığınca fitoterapi eğitimi almış tıp hekimlerinin kullanma hakkı olan bir tedavi metodudur. Bu konuda eğitim almamış(herbalist, kimyager gibi kişilerin) hastalara bitkisel tedavi uygulaması suçtur. Ağır hukuksal yaptırımları vardır.

Maalesef zengin bitki florasına rağmen Türkiye’de fitoterapi ve fitoterapi kullanım alanları dünyaya göre çok geridedir. Son birkaç yıldır sağlık bakanlığınca yapılan yenilemeler sonucunda az da olsa bir ilerleme kaydedilmiştir.

Dünyada ve gelişmiş ülkelerde hastalıklarda direk kimyasal ilaç kullanımı geride kalmıştır. Tıp alanındaki bu yeni görüş önce hastalıkları önleme amaçlı gıda takviyeleri, kişinin hastalık durumunda ise ilk olarak bitkisel droglar daha sonra ise kimyasal ve diğer radikal tedavilerin kullanımı uygun görülmüştür. Örneğin küçük çocuklarda %85 gibi en sık görülen rahatsızlık üst solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bir çocuğun, bir kış döneminde ne sıklıkla hasta olduğunu göz önüne alırsak vücudunun ne miktarda antibiyotik aldığını anlayabiliriz. Halbuki üst solunum yolu enfeksiyonları çok kolay bir şekilde ve çocuğun vücuduna hiçbir şekilde zarar vermeden bitkisel tedavilere belli oranlarda yanıt verir.

Antibiyotik ve diğer kimyasal drog kullanımından çok daha etkilidir. Örnek olarak kimyasal bir takım ilaçlarla öksürüğü kesilmeyen 6-7 yaşındaki bir çocuğun sırtına gece yatmadan önce iki çizgi şeklinde nane yağı karışımı sürüldüğünde çocuğun öksürüğünün çok kısa bir zamanda hayret verecek şekilde azaldığı görülür. Fitoterapi bu açıdan dahi bakıldığında tamamlayıcı tıpta en etkin faktörlerden biridir.


Bugün ülkemizden çıkarak dünyaya baktığımızda, örneğin Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde eczanelerdeki rafların neredeyse 3’te 2’sinin bitkisel kökler tarafından kaplandığını görürüz. Yine dünyanın sağlık açısından en ileri ülkelerinden biri olan ABD’de ise eczanelerin 4’te 3’ünün bitkisel droglar ile kaplı olduğunu görürüz.

Kısacası Fitoterapi(bitkisel tedavi) ülkemizde uzmanlık isteyen ve önümüzdeki döneme hastalıkların tedavisi açısından damga vuracak bir metottur.

Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlarım.

Dr. Mehmet İlteber Bahadır

Latince kökenli orta anlamına gelen “meso” ve tedavi manasına gelen “terapi” kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan ve tam karşılığı “orta deri tedavisi” olan Mezoterapi uygulaması,uygun görülen bir maddenin deri altına sığ bir derinlikte kısa ve ince iğnelerle enjekte edildiği bir metottur. Her ne kadar terapi sözcüğü geçse de burada kastedilen bir hastalığın tedavisi değil bir maddenin deriye enjeksiyonudur. Böylece cilt yüzeyinde geleneksel diyebileceğimiz uygulamalardan verim alınamadığı bölgelerde azami fayda getiren bir uygulamadır.

Herkesin bildiği bir gerçek vardır ki; kişiden kişiye fark gösterse de yaşlanma ile birlikte cildimizde sarkma ve kırışıklıklar meydana gelir. Hele bir de kuru cilde sahipseniz bu süreç hızlanabilir. İşte bu noktada mezoterapi devreye giriyor ve mezoterapinin uygulama amacı yüz gençleştirme ve yüzü yukarı kaldırmak amacı olarak öne çıkıyor.

Mezoterapi metodu aşağıdaki problemlerden hızlı ve kalıcı olarak kurtulmanızı sağlar:

* Yaşlılığa bağlı kırışıklıklar

* Göz altı torbaları

* Ciltte meydana gelen uyuşukluk, şişme

* Akne

* Yaşlılık sebepli lekeler

* Örümcek görünümlü damarlar

* Deride oluşan selülit ve çatlaklar

* Saç kaybı ve kepek sorunu…

Mezoterapi sonrasında görülebilen faydalar

* Yaşlılığa bağlı olarak vb sebeplerle cilt problemleri ortadan kalkarak kozmetik olarak genç bir görünüm ortaya çıkar ve cilt gerginleşerek sağlıklı bir renk kazanır.

* İltihap, akne kaybolur;

* Yağlı ciltte problemler ortadan kalkar ve gözenekler daralır.

* Büyük kırışıklıklar dikkate değer ölçüde azalırken küçük kırışıklıklar tamamen kaybolur…

 

Mezoterapi nasıl yapılır?

 

* Mezoterapi ultra ince diyebileceğimiz özel iğnelerle işin uzmanları tarafından enjeksiyonlar yardımıyla yapılır.

* Enjeksiyonsuz olarak ise mezo kokteylleri özel cihazlar kullanılarak derinin altına girerek uygulanır.

Ozonterapi dünyanın neredeyse tamamında popüler olmuş geleneksel tamamlayıcı tıp yöntemlerinden biridir. Başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin tamamı ,Rusya, Japonya,Kanada ve dünyanın pek çok ülkesinde talep görmekte ve başarı ile uygulanmaktadır.Ülkemizde de Sağlık Bakanlığınca GETAT ( Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) uygulamaları içinde yer alması ile işin uzmanları tarafından uygulanmaya başlanmıştır.Böylece Ozon tedavisi günümüz modern tıbbının uyguladığı yöntemlere entegre olarak tedaviye dahil edilmiştir.

Ozon tedavisini anlayabilmek öncelikle oksijeni anlamakla mümkündür şüphesiz.Başta insan olmak üzere canlılar için oksijen vazgeçilmez bir hayat kaynağı ve şartıdır. Metabolizmamızın devamlı olarak oksijene ihtiyacı vardır ve kaliteli bir hayat için her gün 10 bin litre hava solumamız gerekir. Böylece oksijenle birlikte vücudumuzdaki sağlıklı hücreler için gerekli olan enerji ihtiyacı karşılanmış olur. Oksijen eksikliği durumunda yorgunluk, halsizlik, hastalıklar,hızlı yaşlanma olgusu ve bağışıklık sistemi bozuklukları gibi problemlerle karşılaşırız.

Ozon isim anlamı olarak Yunanca koklamak anlamına gelen “ozein”den gelmektedir. Karakteristik keskin bir kokuya sahip olan ozon aslında bir oksijen türüdür, ancak iki oksijen atomuna sahip olan oksijen molekülünden farklı olarak üç oksijen atomuna sahiptir. Bu durum ozonu kararsız karakterli bir gaz yapar ve bu üç atomu O2 ve O olarak ayrışma eğilimine sokar. İşte burada ayrılan tek oksijen atomu(O) özellikle başta organik materyaller olmak üzere ulaşabildiği her şeyle hızlı bir etkileşime girme kabiliyetindedir ve tamamlayıcı tıp olan Ozonterapi de Ozonun bu özelliğini hastaların hizmetine sunmaktadır.

Oksijenin aktif bir formu olan ozon(O3) vücuda girdiği andan itibaren kan ve dokuların önemli oranda oksijenlenmesini sağlayarak yüksek enerji verir. Böylece birçok virüs,bakteri ve toksinle savaşarak onları arızalı ve hastalıklı hücrelerle beraber yok ederek vücudumuzu hastalıklara karşı savunur. Buradan yola çıkarak ozon için oksijenin yüksek enerji ile dolu hali tabirini kullanabiliriz.

 

 

Ozon gazını tanıyalım

 

Üç adet oksijen atomundan oluşan ozon gazı şeffaf yani renksiz bir gazdır. Kendine özgü karakterize bir kokusu vardır ve son derece güçlü bir dezenfekte etme ve okside etme yeteneğine sahiptir.

Tamamlayıcı tıpta kullanılan ozon doğal ozondan tamamen farklı bir form taşır. Tıbbi ozon saf oksijenle saf ozonun belli oranda formülazasyonuyla oluşturulmaktadır. Buna göre ortaya çıkan tıbbi ozon,hastaya tıpkı ilaçlarda olduğu gibi belli dozlarla verilir.

 

 

Kısaca Ozon tedavisi

 

Tamamlayıcı bir tedavi olan ozonterapi, hücrelerin yenilenmesini ve vücudun güç kazanmasını sağlayan bir yöntemdir. Şunu unutmamalıyız ki oksijen demek; yakıt demek, enerji demek daha doğrusu hayat demektir. Oksijen bedenimizin tüm fonksiyonları için vazgeçilmezdir. Oksijen problemi yaşamak kan akışında probleme yol açmakla kalmaz iç organların beslenmesinin ve yeterli çalışmasının da aksamasına sebebiyet verebilir. İşte ozonterapi süreci hızlandırarak vücudumuzun hasar gören bölgesine yoğun ve yeterli enerji sağlayarak azami fayda görülmesini sağlar.

 

 

Ozonterapinin yan etkileri

 

Yapılan ozonterapi uygulamaları sonucunda 1 milyon kişi sadece 6 kişide yan etki görüldüğü bildirilmiştir. Bu sonuç aslında modern tıp uygulamaları açısından ozonterapiyi güvenilir bir geleneksel tamamlayıcı tedavi metodu olarak işaret etmektedir.

Ozon tedavisinin uygulandığı hastalıklar

* Romatizmal hastalıklar

* İyileşmeyen yaralar

* Bağırsak hastalıkları

* Kadın hastalıkları

* Cilt hastalıkları

* Uykusuzluk

* Nörolojik hastalıklar

* Siroz ve kronik hebatit rahatsızlığı

* Hiperlipidemi tedavisi

* Virüs kaynaklı rahatsızlıklar

* Eklem ağrıları

* Kas ağrıları

* Göz hastalıkları

* Hepatit B ve C hastalığı

* Detoks

* Damar rahatsızlıkları

* Stres

* Kronik yorgunluk…

Egzama, kaşıntılı, kızarık ve iltihaplı cilt lezyonlarıyla kendini gösteren kronik bir deri rahatsızlığıdır. Egzama tedavisinde, sadece dışarıdan uygulanan kremler ve losyonlar yeterli olmayabilir. Beslenme alışkanlıklarınız da egzamanın şiddeti üzerinde büyük etkiye sahip olabilir. İşte egzama ile beslenme arasındaki bağlantıyı anlamak ve doğru gıdalarla iyileşmeye adım atmak için bazı önemli ipuçları:

Anti-enflamatuar Besinler Tercih Edin: Egzama, vücutta artan enflamasyonla ilişkilidir. Doktorunuzun tavsiye ettiği tedavinize uygun olarak, anti-enflamatuar etkisi olan besinleri tüketmek önemlidir. Somon, avokado, zeytinyağı gibi omega-3 yağ asitleri içeren gıdalar, egzama semptomlarını hafifletebilir.

Bağışıklık Sistemini Destekleyin: Egzama, bağışıklık sistemindeki bozukluklarla doğrudan ilişkilidir. Doktorunuzun tedavi planına uygun olarak, bağışıklık sistemini destekleyen besinleri tüketmeye özen gösterin. C vitamini açısından zengin meyve ve sebzeler, egzama tedavisinde faydalı olabilir. Portakal, çilek, kivi gibi C vitamini kaynaklarına yer vermek önemlidir.

Probiyotik Gıdaları Deneyin: Bağırsak florasındaki dengenin egzama üzerinde önemli bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Doktorunuzun tedavi planına uygun olarak probiyotik gıdaları tüketmeyi deneyebilirsiniz. Yoğurt, kefir, turşu gibi probiyotik içeren gıdalar, bağırsak sağlığını destekleyerek egzama semptomlarını hafifletebilir.

Unutmayın, her bireyin egzama semptomlarına tepkisi farklı olabilir. Bu nedenle, kişiselleştirilmiş bir beslenme planı oluşturmak için bir uzmana danışmanız önemlidir. Egzama ile beslenme arasındaki bağlantıyı anlamak, doğru gıdaları tüketmek ve egzama semptomlarınızı hafifletmek için tedavi sürecinde doktorunuzla işbirliği yapmanız önemlidir.

Geçtiğimiz İki yıl boyunca kovid-19 merkezli yaşamaya alıştığımız günlerde ya eve daha çok iş getirir olduk ve böylece evimiz aynı zamanda iş yerimiz haline geldi. İş hayatı hasta bile olsak hayatımızın vaz geçilmez şartlarının başında geliyor. Peki ev ortamının dar şartlarında Ankilozan spondilit gibi bir hastalıkla nasıl mücadele edebiliriz, gelin bunu anlatalım.

Uzun saatler boyunca bilgisayar başında çalışılıyorsa kuşkusuz oturma pozisyonlarımız sebebiyle kamburlaşma kendisini hissettirmektedir. Bu durum ankilozan spondilit hastaları için istenmeyen bir problemdir.

Bu hastalık sakroiliak iltihaplanması ile karakterize olup başta sırt ve kalça bölgesi olmak üzere omuzlarda bazen de kol ve bacak eklemlerinde kendisini ağrılı bir şekilde hissettirmektedir.

Peki hem ev ortamında olup, özellikle de bilgisayar başında çalışıyorsak bu ağrıları azaltmanın yolları nelerdir bunları inceleyelim.

Çalıştığımız bilgisayar,dizüstü bilgisayar veya laptop adını siz koyun burada önceliğimiz duruş güvenliğimizi sağlamak olacaktır. İyi bir duruş pozisyonu için mümkünse ergonomik bir oturma koltuğu size çok iyi gelecektir. Ama benim böyle bir koltuğum yok diyorsanız hiç problem değil onun da çaresi var elbette. Burada size gerekli olan koltuğunuzun bilgisayara göre yüksekliğini ve sırtınızın doğru açısını sağlamak için bir çift yastıktır.

Böylece bu yastıklar sayesinde daha dik pozisyonda oturma imkanı sağlanacaktır. Yalnız oturduğunuz minder veya yastık sizi yeterli yüksekliğe ulaştırmıyorsa ideal yüksekliğe ulaşıncaya kadar yeni minder takviyeleri yapabilirsiniz.

Unutmayın çalıştığınız bilgisayar ekranı göz hizanızda (Biraz altında da olabilir) ve size kabaca bir kol uzaklığında olacak şekilde ayarlamalısınız.

Şimdi gelelim kol ve dirsek pozisyonunuza; burada dirsekleriniz 90 derecelik bir açıda olamalı ve pazu bölgeniz çalışırken vücuda yakın konumda bulunmalıdır. Bunu sağlamak için klavyenizi masanızdan daha alçak bir bölgede kullanmanız yeterli olacaktır.

Çalıştığınız dizüstü bilgisayar ise bilgisayarınızın altına devrilmeyecek güvenlikte bir yükseltici koyarak hem dizüstü bigisayarınızın seviyesini göz hizasına yükseltebilir hem de klavye açınızı doğru hale getirebilirsiniz. Ancak burada püf nokta harici klavyenin var olmasıdır, aksi takdirde vücut dirseklerden verim alamayacak ve duruş bozukluğu yaşanabilecektir.

Bilgisayarınızı yazarken koltuğunuza hafif bir açı ile yaslanarak ve ayaklarınızın altına bir yükseltici koyarak çalışmak işinizi kolaylaştıracaktır.

Burada işin en önemli noktalarından biri de hiç şüphesiz nerede duracağımızı bilmek ve molaları ihmal etmemektir. Uzmanlar genel olarak yarım saatte bir yeterli molalar vermeyi öneriyorlar. Bu aralarda yerinizden hemen kalkıp evinizi turlamalı ve vücudu esnetici (ama zorlayıcı değil) hareketler yapmalısınız. Bu molalar için sizi uyarması için bir yakınınızdan ya da telefonunuzun alarmından destek alabilirsiniz. Unutmayın bu kısa molalar sadece ankilozan spondilit için değil işin verdiği strese de
faydalı olacaktır.

Ne yaparsanız yapın ama vücudunuzun tepkilerini mutlaka dikkate alın. O size tamam veya devam diyecektir.

Son söz olarak hasta ve hasta yakınlarına düşen vazife hastalığın tüm yıpratıcılığına rağmen şifayı ve tedaviyi aramaktan vaz geçmemeleri olacaktır. Sağlık dolu günler dileriz.

Bir zamanlar orta yaş ve yaşlı insanlar insanların hastalığı olarak adlandırılan romatizmal hastalıklar, maalesef gençlere, hatta çocuk yaşta olan kişilere kadar görülür duruma gelmiştir.

Uzmanlar romatizmal hastalıklar için erken tanı ve erken tedavi döneminin önemini ısrarla vurguluyorlar. Ancak romatizmal hastalıkların anlaşılabilmesi için hasta ve yakınlarının yaşanabilecek olası belirtileri zamanında fark etmesi gerekiyor.

Romatizma hastalarının en çok şikayet ettiği belirtiler nelerdir?

  • Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı
  • El parmaklarında soğukta beyazlaşma, sararıp solma hali
  • Cilt altında bezeler oluşması
  • Gözlerde sık sık iltihaplanma oluşabilmektedir
  • Sabahları eklemlerde sertlik olması, daha sonra yerini yavaş yavaş gevşemeye bırakması durumu
  • Özellikle sabahları daha belirgin bel ağrısı ve tutukluk hali
  • Güneşte ciltte aşırı duyarlılık ve yaralar gelişmesi
  • Ellerde veya vücudun herhangi bir yerinde deride sertlik
  • Güçsüzlük, merdiven inip çıkamama, oturup kalkamama ve kaslarında ağrı oluşması

Son söz bu hastalıklarda ve her hastalıkta moral ve doğru tedavi çok önemlidir. Hasta ve yakınlarına düşen vazife vazgeçmeden şifayı ve doğru tedaviyi aramaktır.

Hastaların hayatını olumsuz etkileyen hatta ileri tabirle cehenneme çeviren iltihaplı romatizma( Romatoid Artrit) sadece eklemlere zarar vermekle kalmıyor, zamanında önlem alınmazsa ve gerekli tedaviler uygulanmazsa damarları da etkileyerek damar sertliğine neden olabiliyor.

İltihaplı Romatizma (Romatoid Artrit) hastalarının deformasyonlar ve ağrı sebebiyle önce günlük alışkanlıkları bozuluyor ve sonuçta hayat kaliteleri olumsuz yönde etkileniyor.

Romatoid Artrit hastalarının rahatsızlıkları sürecinde yoğun bir iltihabik etkinlik yaşanıyor. Hastanın kendini mecalsiz ve yorgun hissetmesi bu hastalığın bilinen rutinlerindendir.

Kronik bir hastalık olan “İltihaplı Romatizma” ağrı ve fonksiyon kayıplarıyla kendini gösterir. Zaman içinde yaşanan deformasyonlar ve ağrı sonucunda maalesef farklı bir hastalık depresyon tetiklenerek hastayı umutsuzluğa itebilmektedir.
Hasta eğer kendini toplumdan ve kendi sosyal çevresinden soyutlamaya başlarsa depresyon gelişme ve ilerleme eğilimi gösterir. Yapılan araştırmalarda Romatoid Artrit hastalarının yüzde 40’ının depresyon tehdidi altında olduğu saptanmıştır.

Tedavi edilmediği ve hastalık müzminleşme sürecine girdiği takdirde hastaların ömür süreleri kısalmakta , bu hastalığa yakalanmayan sağlıklı bireylere göre 5-10 yıl daha kısa yaşamaktadırlar.

En önemli vefat sebepleri arasında mide-bağırsak kanamaları, kalp-damar hastalıkları ve enfeksiyonlar gelmektedir.

Unutulmaması gereken önemli nokta şudur: Hastalık varsa şifası da mevcuttur, sadece hasta ve yakınlarına düşen vazife çareyi arayıp bulmak ve sabırla uygulamaktır.

Romatizmal hastalıklar, eklem, kas ve kemiklerde ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı gibi sorunlara yol açan, iltihaplı ve bağışıklık kaynaklı rahatsızlıklardır. Romatizmanın başlıca belirtileri şunlardır:

  • Sabah tutukluğu ve eklem sertliği
  • Eklem ağrısı, şişlik ve kızarıklık
  • Hareketle artan ağrı
  • Kireçlenme ve eklem deformiteleri
  • Kronik yorgunluk
  • Ateş ve titreme
  • İştahsızlık ve kilo kaybı

Romatizma teşhisi için doktor muayenesi, görüntüleme yöntemleri ve laboratuvar testleri yapılır. Kan testleri iltihap belirteçlerini, romatizma faktörünü ve antikor düzeylerini ölçer. Eklem sıvısı incelenerek de romatizmal hastalıklar teşhis edilebilir. Erken teşhis ve doğru tedavi ile hasarın ilerlemesi önlenebilir.

Romatizma ve sedef gibi kronik hastalıklarda düzenli egzersiz, ağrı ve tutuklukların azaltılmasına yardımcı olur. Uygun egzersizler eklem hareket açıklığını artırır, kas gücünü destekler.

Romatizma hastaları için yüzme, yürüyüş ve bisiklete binme önerilir. Sedef hastaları yüzmeyi ve yogayı deneyebilir. Her iki hasta grubu için yüksek etki egzersizlerinden kaçınılmalı, hafif tempolu aktiviteler tercih edilmelidir. Egzersiz şiddeti ve sıklığı kişiye göre ayarlanmalıdır.

Egzersiz öncesi ısınma, sonrasında soğuma egzersizleri yapılmalıdır. Ağrılar kötüleşirse egzersizler azaltılmalı ya da ara verilmelidir. Düzenli ve uygun aktivite, romatizma ve sedef gibi kronik hastalıklarla başa çıkmada kilit rol oynar.

Romatizma ve Sedef gibi kronik iltihaplı hastalıklarda beslenme tedavinin bir parçasıdır. Antioksidan ve omega-3 bakımından zengin besinler hastalık belirtilerini azaltabilir.

Sebze, meyve, tam tahıllar, baklagiller, yağlı tohumlar ve balık, romatizma diyetinin temelini oluşturmalıdır. Probiyotik yoğurt ve kefir bağırsak sağlığını destekler.

C vitamini, D vitamini, çinko ve bakır takviyeleri fayda sağlayabilir. Alkol tüketiminden kaçınılmalıdır. Kişiye özel beslenme planı ile semptomlar azaltılabilir. Romatizma ve sedefli hastalar, beslenme uzmanından kişiye özel diyet listesi almalıdır.

Fitoterapi; hastalıkları önleme ve tedavi amaçlı olarak bitkilerin kullanımına verilen addır. Fitoterapi sanılanın aksine yan etkileri olmayan tedavi değildir. Tam aksine bitkilerle tedavi çok yoğun yan etkiler içerebilir. Ülkemizde kendisine kontrolsüz bitkisel tedavi uygulayarak ve toksikoza girerek hastanelere başvuran onlarca hasta ve hasta yakını vardır. Standardize edilmiş daha doğrusu drog haline gelmiş ekstrasyon yöntemiyle kullanılan bitkisel fitoterapinin yan etkileri sınırlıdır.

Fitoterapi tıpta bir uzmanlık alanıdır. Hastalıklarda fitoterapi (bitkisel tedavi) kullanma yetkisi Türkiye’de sağlık bakanlığınca fitoterapi eğitimi almış tıp hekimlerinin kullanma hakkı olan bir tedavi metodudur. Bu konuda eğitim almamış(herbalist, kimyager gibi kişilerin) hastalara bitkisel tedavi uygulaması suçtur. Ağır hukuksal yaptırımları vardır.

Maalesef zengin bitki florasına rağmen Türkiye’de fitoterapi ve fitoterapi kullanım alanları dünyaya göre çok geridedir. Son birkaç yıldır sağlık bakanlığınca yapılan yenilemeler sonucunda az da olsa bir ilerleme kaydedilmiştir.

Dünyada ve gelişmiş ülkelerde hastalıklarda direk kimyasal ilaç kullanımı geride kalmıştır. Tıp alanındaki bu yeni görüş önce hastalıkları önleme amaçlı gıda takviyeleri, kişinin hastalık durumunda ise ilk olarak bitkisel droglar daha sonra ise kimyasal ve diğer radikal tedavilerin kullanımı uygun görülmüştür. Örneğin küçük çocuklarda %85 gibi en sık görülen rahatsızlık üst solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bir çocuğun, bir kış döneminde ne sıklıkla hasta olduğunu göz önüne alırsak vücudunun ne miktarda antibiyotik aldığını anlayabiliriz. Halbuki üst solunum yolu enfeksiyonları çok kolay bir şekilde ve çocuğun vücuduna hiçbir şekilde zarar vermeden bitkisel tedavilere belli oranlarda yanıt verir.

Antibiyotik ve diğer kimyasal drog kullanımından çok daha etkilidir. Örnek olarak kimyasal bir takım ilaçlarla öksürüğü kesilmeyen 6-7 yaşındaki bir çocuğun sırtına gece yatmadan önce iki çizgi şeklinde nane yağı karışımı sürüldüğünde çocuğun öksürüğünün çok kısa bir zamanda hayret verecek şekilde azaldığı görülür. Fitoterapi bu açıdan dahi bakıldığında tamamlayıcı tıpta en etkin faktörlerden biridir.


Bugün ülkemizden çıkarak dünyaya baktığımızda, örneğin Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde eczanelerdeki rafların neredeyse 3’te 2’sinin bitkisel kökler tarafından kaplandığını görürüz. Yine dünyanın sağlık açısından en ileri ülkelerinden biri olan ABD’de ise eczanelerin 4’te 3’ünün bitkisel droglar ile kaplı olduğunu görürüz.

Kısacası Fitoterapi(bitkisel tedavi) ülkemizde uzmanlık isteyen ve önümüzdeki döneme hastalıkların tedavisi açısından damga vuracak bir metottur.

Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlarım.

Dr. Mehmet İlteber Bahadır

Latince kökenli orta anlamına gelen “meso” ve tedavi manasına gelen “terapi” kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan ve tam karşılığı “orta deri tedavisi” olan Mezoterapi uygulaması,uygun görülen bir maddenin deri altına sığ bir derinlikte kısa ve ince iğnelerle enjekte edildiği bir metottur. Her ne kadar terapi sözcüğü geçse de burada kastedilen bir hastalığın tedavisi değil bir maddenin deriye enjeksiyonudur. Böylece cilt yüzeyinde geleneksel diyebileceğimiz uygulamalardan verim alınamadığı bölgelerde azami fayda getiren bir uygulamadır.

Herkesin bildiği bir gerçek vardır ki; kişiden kişiye fark gösterse de yaşlanma ile birlikte cildimizde sarkma ve kırışıklıklar meydana gelir. Hele bir de kuru cilde sahipseniz bu süreç hızlanabilir. İşte bu noktada mezoterapi devreye giriyor ve mezoterapinin uygulama amacı yüz gençleştirme ve yüzü yukarı kaldırmak amacı olarak öne çıkıyor.

Mezoterapi metodu aşağıdaki problemlerden hızlı ve kalıcı olarak kurtulmanızı sağlar:

* Yaşlılığa bağlı kırışıklıklar

* Göz altı torbaları

* Ciltte meydana gelen uyuşukluk, şişme

* Akne

* Yaşlılık sebepli lekeler

* Örümcek görünümlü damarlar

* Deride oluşan selülit ve çatlaklar

* Saç kaybı ve kepek sorunu…

Mezoterapi sonrasında görülebilen faydalar

* Yaşlılığa bağlı olarak vb sebeplerle cilt problemleri ortadan kalkarak kozmetik olarak genç bir görünüm ortaya çıkar ve cilt gerginleşerek sağlıklı bir renk kazanır.

* İltihap, akne kaybolur;

* Yağlı ciltte problemler ortadan kalkar ve gözenekler daralır.

* Büyük kırışıklıklar dikkate değer ölçüde azalırken küçük kırışıklıklar tamamen kaybolur…

 

 

Mezoterapi nasıl yapılır?

 

* Mezoterapi ultra ince diyebileceğimiz özel iğnelerle işin uzmanları tarafından enjeksiyonlar yardımıyla yapılır.

* Enjeksiyonsuz olarak ise mezo kokteylleri özel cihazlar kullanılarak derinin altına girerek uygulanır.

Ozonterapi dünyanın neredeyse tamamında popüler olmuş geleneksel tamamlayıcı tıp yöntemlerinden biridir. Başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin tamamı ,Rusya, Japonya,Kanada ve dünyanın pek çok ülkesinde talep görmekte ve başarı ile uygulanmaktadır.Ülkemizde de Sağlık Bakanlığınca GETAT ( Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) uygulamaları içinde yer alması ile işin uzmanları tarafından uygulanmaya başlanmıştır.Böylece Ozon tedavisi günümüz modern tıbbının uyguladığı yöntemlere entegre olarak tedaviye dahil edilmiştir.

Ozon tedavisini anlayabilmek öncelikle oksijeni anlamakla mümkündür şüphesiz.Başta insan olmak üzere canlılar için oksijen vazgeçilmez bir hayat kaynağı ve şartıdır. Metabolizmamızın devamlı olarak oksijene ihtiyacı vardır ve kaliteli bir hayat için her gün 10 bin litre hava solumamız gerekir. Böylece oksijenle birlikte vücudumuzdaki sağlıklı hücreler için gerekli olan enerji ihtiyacı karşılanmış olur. Oksijen eksikliği durumunda yorgunluk, halsizlik, hastalıklar,hızlı yaşlanma olgusu ve bağışıklık sistemi bozuklukları gibi problemlerle karşılaşırız.

Ozon isim anlamı olarak Yunanca koklamak anlamına gelen “ozein”den gelmektedir. Karakteristik keskin bir kokuya sahip olan ozon aslında bir oksijen türüdür, ancak iki oksijen atomuna sahip olan oksijen molekülünden farklı olarak üç oksijen atomuna sahiptir. Bu durum ozonu kararsız karakterli bir gaz yapar ve bu üç atomu O2 ve O olarak ayrışma eğilimine sokar. İşte burada ayrılan tek oksijen atomu(O) özellikle başta organik materyaller olmak üzere ulaşabildiği her şeyle hızlı bir etkileşime girme kabiliyetindedir ve tamamlayıcı tıp olan Ozonterapi de Ozonun bu özelliğini hastaların hizmetine sunmaktadır.

Oksijenin aktif bir formu olan ozon(O3) vücuda girdiği andan itibaren kan ve dokuların önemli oranda oksijenlenmesini sağlayarak yüksek enerji verir. Böylece birçok virüs,bakteri ve toksinle savaşarak onları arızalı ve hastalıklı hücrelerle beraber yok ederek vücudumuzu hastalıklara karşı savunur. Buradan yola çıkarak ozon için oksijenin yüksek enerji ile dolu hali tabirini kullanabiliriz.

Ozon gazını tanıyalım

Üç adet oksijen atomundan oluşan ozon gazı şeffaf yani renksiz bir gazdır. Kendine özgü karakterize bir kokusu vardır ve son derece güçlü bir dezenfekte etme ve okside etme yeteneğine sahiptir.

Tamamlayıcı tıpta kullanılan ozon doğal ozondan tamamen farklı bir form taşır. Tıbbi ozon saf oksijenle saf ozonun belli oranda formülazasyonuyla oluşturulmaktadır. Buna göre ortaya çıkan tıbbi ozon,hastaya tıpkı ilaçlarda olduğu gibi belli dozlarla verilir.

Kısaca Ozon tedavisi

Tamamlayıcı bir tedavi olan ozonterapi, hücrelerin yenilenmesini ve vücudun güç kazanmasını sağlayan bir yöntemdir. Şunu unutmamalıyız ki oksijen demek; yakıt demek, enerji demek daha doğrusu hayat demektir. Oksijen bedenimizin tüm fonksiyonları için vazgeçilmezdir. Oksijen problemi yaşamak kan akışında probleme yol açmakla kalmaz iç organların beslenmesinin ve yeterli çalışmasının da aksamasına sebebiyet verebilir. İşte ozonterapi süreci hızlandırarak vücudumuzun hasar gören bölgesine yoğun ve yeterli enerji sağlayarak azami fayda görülmesini sağlar.

Ozonterapinin yan etkileri

Yapılan ozonterapi uygulamaları sonucunda 1 milyon kişi sadece 6 kişide yan etki görüldüğü bildirilmiştir. Bu sonuç aslında modern tıp uygulamaları açısından ozonterapiyi güvenilir bir geleneksel tamamlayıcı tedavi metodu olarak işaret etmektedir.

Ozon tedavisinin uygulandığı hastalıklar

* Romatizmal hastalıklar

* İyileşmeyen yaralar

* Bağırsak hastalıkları

* Kadın hastalıkları

* Cilt hastalıkları

* Uykusuzluk

* Nörolojik hastalıklar

* Siroz ve kronik hebatit rahatsızlığı

* Hiperlipidemi tedavisi

* Virüs kaynaklı rahatsızlıklar

* Eklem ağrıları

* Kas ağrıları

* Göz hastalıkları

* Hepatit B ve C hastalığı

* Detoks

* Damar rahatsızlıkları

* Stres

* Kronik yorgunluk…

Egzama, kaşıntılı, kızarık ve iltihaplı cilt lezyonlarıyla kendini gösteren kronik bir deri rahatsızlığıdır. Egzama tedavisinde, sadece dışarıdan uygulanan kremler ve losyonlar yeterli olmayabilir. Beslenme alışkanlıklarınız da egzamanın şiddeti üzerinde büyük etkiye sahip olabilir. İşte egzama ile beslenme arasındaki bağlantıyı anlamak ve doğru gıdalarla iyileşmeye adım atmak için bazı önemli ipuçları:

Anti-enflamatuar Besinler Tercih Edin: Egzama, vücutta artan enflamasyonla ilişkilidir. Doktorunuzun tavsiye ettiği tedavinize uygun olarak, anti-enflamatuar etkisi olan besinleri tüketmek önemlidir. Somon, avokado, zeytinyağı gibi omega-3 yağ asitleri içeren gıdalar, egzama semptomlarını hafifletebilir.

Bağışıklık Sistemini Destekleyin: Egzama, bağışıklık sistemindeki bozukluklarla doğrudan ilişkilidir. Doktorunuzun tedavi planına uygun olarak, bağışıklık sistemini destekleyen besinleri tüketmeye özen gösterin. C vitamini açısından zengin meyve ve sebzeler, egzama tedavisinde faydalı olabilir. Portakal, çilek, kivi gibi C vitamini kaynaklarına yer vermek önemlidir.

Probiyotik Gıdaları Deneyin: Bağırsak florasındaki dengenin egzama üzerinde önemli bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Doktorunuzun tedavi planına uygun olarak probiyotik gıdaları tüketmeyi deneyebilirsiniz. Yoğurt, kefir, turşu gibi probiyotik içeren gıdalar, bağırsak sağlığını destekleyerek egzama semptomlarını hafifletebilir.

Unutmayın, her bireyin egzama semptomlarına tepkisi farklı olabilir. Bu nedenle, kişiselleştirilmiş bir beslenme planı oluşturmak için bir uzmana danışmanız önemlidir. Egzama ile beslenme arasındaki bağlantıyı anlamak, doğru gıdaları tüketmek ve egzama semptomlarınızı hafifletmek için tedavi sürecinde doktorunuzla işbirliği yapmanız önemlidir.

Geçtiğimiz İki yıl boyunca kovid-19 merkezli yaşamaya alıştığımız günlerde ya eve daha çok iş getirir olduk ve böylece evimiz aynı zamanda iş yerimiz haline geldi. İş hayatı hasta bile olsak hayatımızın vaz geçilmez şartlarının başında geliyor. Peki ev ortamının dar şartlarında Ankilozan spondilit gibi bir hastalıkla nasıl mücadele edebiliriz, gelin bunu anlatalım.

Uzun saatler boyunca bilgisayar başında çalışılıyorsa kuşkusuz oturma pozisyonlarımız sebebiyle kamburlaşma kendisini hissettirmektedir. Bu durum ankilozan spondilit hastaları için istenmeyen bir problemdir.

Bu hastalık sakroiliak iltihaplanması ile karakterize olup başta sırt ve kalça bölgesi olmak üzere omuzlarda bazen de kol ve bacak eklemlerinde kendisini ağrılı bir şekilde hissettirmektedir.

Peki hem ev ortamında olup, özellikle de bilgisayar başında çalışıyorsak bu ağrıları azaltmanın yolları nelerdir bunları inceleyelim.

Çalıştığımız bilgisayar,dizüstü bilgisayar veya laptop adını siz koyun burada önceliğimiz duruş güvenliğimizi sağlamak olacaktır. İyi bir duruş pozisyonu için mümkünse ergonomik bir oturma koltuğu size çok iyi gelecektir. Ama benim böyle bir koltuğum yok diyorsanız hiç problem değil onun da çaresi var elbette. Burada size gerekli olan koltuğunuzun bilgisayara göre yüksekliğini ve sırtınızın doğru açısını sağlamak için bir çift yastıktır.

Böylece bu yastıklar sayesinde daha dik pozisyonda oturma imkanı sağlanacaktır. Yalnız oturduğunuz minder veya yastık sizi yeterli yüksekliğe ulaştırmıyorsa ideal yüksekliğe ulaşıncaya kadar yeni minder takviyeleri yapabilirsiniz.

Unutmayın çalıştığınız bilgisayar ekranı göz hizanızda (Biraz altında da olabilir) ve size kabaca bir kol uzaklığında olacak şekilde ayarlamalısınız.

Şimdi gelelim kol ve dirsek pozisyonunuza; burada dirsekleriniz 90 derecelik bir açıda olamalı ve pazu bölgeniz çalışırken vücuda yakın konumda bulunmalıdır. Bunu sağlamak için klavyenizi masanızdan daha alçak bir bölgede kullanmanız yeterli olacaktır.

Çalıştığınız dizüstü bilgisayar ise bilgisayarınızın altına devrilmeyecek güvenlikte bir yükseltici koyarak hem dizüstü bigisayarınızın seviyesini göz hizasına yükseltebilir hem de klavye açınızı doğru hale getirebilirsiniz. Ancak burada püf nokta harici klavyenin var olmasıdır, aksi takdirde vücut dirseklerden verim alamayacak ve duruş bozukluğu yaşanabilecektir.

Bilgisayarınızı yazarken koltuğunuza hafif bir açı ile yaslanarak ve ayaklarınızın altına bir yükseltici koyarak çalışmak işinizi kolaylaştıracaktır.

Burada işin en önemli noktalarından biri de hiç şüphesiz nerede duracağımızı bilmek ve molaları ihmal etmemektir. Uzmanlar genel olarak yarım saatte bir yeterli molalar vermeyi öneriyorlar. Bu aralarda yerinizden hemen kalkıp evinizi turlamalı ve vücudu esnetici (ama zorlayıcı değil) hareketler yapmalısınız. Bu molalar için sizi uyarması için bir yakınınızdan ya da telefonunuzun alarmından destek alabilirsiniz. Unutmayın bu kısa molalar sadece ankilozan spondilit için değil işin verdiği strese de
faydalı olacaktır.

Ne yaparsanız yapın ama vücudunuzun tepkilerini mutlaka dikkate alın. O size tamam veya devam diyecektir.

Son söz olarak hasta ve hasta yakınlarına düşen vazife hastalığın tüm yıpratıcılığına rağmen şifayı ve tedaviyi aramaktan vaz geçmemeleri olacaktır. Sağlık dolu günler dileriz.

Bir zamanlar orta yaş ve yaşlı insanlar insanların hastalığı olarak adlandırılan romatizmal hastalıklar, maalesef gençlere, hatta çocuk yaşta olan kişilere kadar görülür duruma gelmiştir.

Uzmanlar romatizmal hastalıklar için erken tanı ve erken tedavi döneminin önemini ısrarla vurguluyorlar. Ancak romatizmal hastalıkların anlaşılabilmesi için hasta ve yakınlarının yaşanabilecek olası belirtileri zamanında fark etmesi gerekiyor.

Romatizma hastalarının en çok şikayet ettiği belirtiler nelerdir?

  • Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı
  • El parmaklarında soğukta beyazlaşma, sararıp solma hali
  • Cilt altında bezeler oluşması
  • Gözlerde sık sık iltihaplanma oluşabilmektedir
  • Sabahları eklemlerde sertlik olması, daha sonra yerini yavaş yavaş gevşemeye bırakması durumu
  • Özellikle sabahları daha belirgin bel ağrısı ve tutukluk hali
  • Güneşte ciltte aşırı duyarlılık ve yaralar gelişmesi
  • Ellerde veya vücudun herhangi bir yerinde deride sertlik
  • Güçsüzlük, merdiven inip çıkamama, oturup kalkamama ve kaslarında ağrı oluşması

Son söz bu hastalıklarda ve her hastalıkta moral ve doğru tedavi çok önemlidir. Hasta ve yakınlarına düşen vazife vazgeçmeden şifayı ve doğru tedaviyi aramaktır.

Hastaların hayatını olumsuz etkileyen hatta ileri tabirle cehenneme çeviren iltihaplı romatizma( Romatoid Artrit) sadece eklemlere zarar vermekle kalmıyor, zamanında önlem alınmazsa ve gerekli tedaviler uygulanmazsa damarları da etkileyerek damar sertliğine neden olabiliyor.

İltihaplı Romatizma (Romatoid Artrit) hastalarının deformasyonlar ve ağrı sebebiyle önce günlük alışkanlıkları bozuluyor ve sonuçta hayat kaliteleri olumsuz yönde etkileniyor.

Romatoid Artrit hastalarının rahatsızlıkları sürecinde yoğun bir iltihabik etkinlik yaşanıyor. Hastanın kendini mecalsiz ve yorgun hissetmesi bu hastalığın bilinen rutinlerindendir.

Kronik bir hastalık olan “İltihaplı Romatizma” ağrı ve fonksiyon kayıplarıyla kendini gösterir. Zaman içinde yaşanan deformasyonlar ve ağrı sonucunda maalesef farklı bir hastalık depresyon tetiklenerek hastayı umutsuzluğa itebilmektedir.
Hasta eğer kendini toplumdan ve kendi sosyal çevresinden soyutlamaya başlarsa depresyon gelişme ve ilerleme eğilimi gösterir. Yapılan araştırmalarda Romatoid Artrit hastalarının yüzde 40’ının depresyon tehdidi altında olduğu saptanmıştır.

Tedavi edilmediği ve hastalık müzminleşme sürecine girdiği takdirde hastaların ömür süreleri kısalmakta , bu hastalığa yakalanmayan sağlıklı bireylere göre 5-10 yıl daha kısa yaşamaktadırlar.

En önemli vefat sebepleri arasında mide-bağırsak kanamaları, kalp-damar hastalıkları ve enfeksiyonlar gelmektedir.

Unutulmaması gereken önemli nokta şudur: Hastalık varsa şifası da mevcuttur, sadece hasta ve yakınlarına düşen vazife çareyi arayıp bulmak ve sabırla uygulamaktır.

Romatizmal hastalıklar, eklem, kas ve kemiklerde ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı gibi sorunlara yol açan, iltihaplı ve bağışıklık kaynaklı rahatsızlıklardır. Romatizmanın başlıca belirtileri şunlardır:

  • Sabah tutukluğu ve eklem sertliği
  • Eklem ağrısı, şişlik ve kızarıklık
  • Hareketle artan ağrı
  • Kireçlenme ve eklem deformiteleri
  • Kronik yorgunluk
  • Ateş ve titreme
  • İştahsızlık ve kilo kaybı

Romatizma teşhisi için doktor muayenesi, görüntüleme yöntemleri ve laboratuvar testleri yapılır. Kan testleri iltihap belirteçlerini, romatizma faktörünü ve antikor düzeylerini ölçer. Eklem sıvısı incelenerek de romatizmal hastalıklar teşhis edilebilir. Erken teşhis ve doğru tedavi ile hasarın ilerlemesi önlenebilir.

Romatizma ve sedef gibi kronik hastalıklarda düzenli egzersiz, ağrı ve tutuklukların azaltılmasına yardımcı olur. Uygun egzersizler eklem hareket açıklığını artırır, kas gücünü destekler.

Romatizma hastaları için yüzme, yürüyüş ve bisiklete binme önerilir. Sedef hastaları yüzmeyi ve yogayı deneyebilir. Her iki hasta grubu için yüksek etki egzersizlerinden kaçınılmalı, hafif tempolu aktiviteler tercih edilmelidir. Egzersiz şiddeti ve sıklığı kişiye göre ayarlanmalıdır.

Egzersiz öncesi ısınma, sonrasında soğuma egzersizleri yapılmalıdır. Ağrılar kötüleşirse egzersizler azaltılmalı ya da ara verilmelidir. Düzenli ve uygun aktivite, romatizma ve sedef gibi kronik hastalıklarla başa çıkmada kilit rol oynar.

Romatizma ve Sedef gibi kronik iltihaplı hastalıklarda beslenme tedavinin bir parçasıdır. Antioksidan ve omega-3 bakımından zengin besinler hastalık belirtilerini azaltabilir.

Sebze, meyve, tam tahıllar, baklagiller, yağlı tohumlar ve balık, romatizma diyetinin temelini oluşturmalıdır. Probiyotik yoğurt ve kefir bağırsak sağlığını destekler.

C vitamini, D vitamini, çinko ve bakır takviyeleri fayda sağlayabilir. Alkol tüketiminden kaçınılmalıdır. Kişiye özel beslenme planı ile semptomlar azaltılabilir. Romatizma ve sedefli hastalar, beslenme uzmanından kişiye özel diyet listesi almalıdır.